18 Ağustos 2014

TATİL ANILARI 2014/ 6 MARMARİS

Selam sevgili dostlar;

Gezi anılarımı anlatmaya devam ediyorum hele bir kulak verin bana. Hikayenin başı burada.

Patara içim sızlayarak ayrıldım senden. Ben bu köyü cidden çok sevdim :)

Yine bir sabah güzel bir kahvaltı sonrası düştük yollara. İstikamet Marmaris...




Antalya il sınırından çıkıp tekrar Muğla il sınırına girdik ve yeşil ağaçlar tüm sevimliliğiyle sağlı sollu bizi selamladılar yol boyu. Marmaris'de gezilecek yer çok olduğu için, bizim de kalan vaktimiz sınırlı olduğu için yolda pek oyalanmadık bu sefer. 

Konakladığımız yer Marmaris Armutalan' daydı. Gece eğlencelerinin ve turistlerin çok olduğu bir yer. Pataradaki ıssız ve sakinlikten sonra oy Kezban'ım köyden indim şehre olduk resmen :)

Otomobilimizin sıcaklık göstergesi 42 dereceyi gösterirken biz kalacağımız yere vardık. Yine yabancı turistlerin doldurduğu bu sefer çok kalabalık bir tesis bizi karşıladı. Odamıza kabaca yerleşip, elimizi yüzümüzü yıkayıp yeniden arabamıza döndük. 

Herkeslerin diline düşmüş Selimiye'yi bir yakından görerek Marmaris gezimize başlayalım istedik. 



Yine geze geze, gördüğümüz her mavilikte, her yeşillikte hayran hayran etrafa bakına bakına vardık Selimiye köyüne.

Açıkçası ben çok büyük hayal kırıklığına uğradım. Mavi, yeşil harika ancak doğallık, sadelik adına pek bir şey kalmamış. Belki bundan bir on sene evvel rüya gibi bir küçük balıkçı köyüydü kim bilir. Şimdilerde sayıca az olsalar bile evlerin, pansiyonların, butik otellerin kıyı boyu sevimsizce sıralandığı, şirin köy havasından çıkmış bir yer. Arabadan inmek bile istemedi canım doğrusu. 




Tam köyün çıkışındaki eski bir taş evin önündeki duvara oturup temiz hava kokladık. Bu sırada oğlum da bir aslan heykelini gıdıkladı gönlünce :)




Tıngır mıngır Marmaris yoluna çıktık. Tepeden Marmaris'in o beton beyazı dokusu göründü bile işte...



Öğleden sonra tekrar Armutalan'a döndük. Biraz da konakladığımız yerin civarında turlayıp dinlenmek için odamıza çekildik. Zira bizi ertesi gün güzel bir gezi bekliyordu :)

Sabah dipdiri uyanıyorum Muğla'da... Havası çok hafif. Siz zahmet etmeseniz bile burnunuza kendiliğinden doluveriyor sanki :) Erkenden uyandık, kahvaltımızı yapıp günümüze başladık. Niyetimiz sırasıyla Amazon ve Bördübet koylarını görmekti. 



Aman Allah'ım o ne güzel bir yoldu öyle... Marmaris'den Datça yoluna giderken yolun sağında bir tabela ile koylara giden yola sapıyorsunuz. Resmen ormanın içinden geçiyorsunuz. Yol bir türlü bitmeyecek, deniz bir daha hiç karşınıza çıkmayacak sanıyorsunuz. Seyrek de olsa küçük orman köyü evleri, otlayan inek ve keçilerin arasından geçip gidiyorsunuz yol boyu.





Sonra birden deniz görünüveriyor...




Önce Bördübet var. Amazon 15 km civarı daha ilerde. Biz önce Amazon koyuna gittik. Bördübet'e dönüşte uğradık.


Amazon, denize karışan bir nehrin aktığı, ormanlık alan içinde bir ıssız koy. Bir tane tesis var. O da anladığım kadarıyla orta halli. 

Arabamızı daralan yolda uygun bir yere park ederek kalan yolu yürümeye karar verdik. Etrafta cıvıl cıvıl kuş sesleri vardı. O kadar ki gürültücü kuşlardan başım ağrıdı desem yalan olmaz hani :)

Oğlum da elini kulağına siper edip -ki o ters yönde siper ediyor -  sesleri dinledi...



15-20 dakika yürüdük koya ulaşmak için. Ellerimizde sopalar ormanın içinden geçen patika yol boyunca. 


Koyu, bir firma yanılmıyorsam 50 yılın üstünde kiralamış. Az önce bahsettiğim tesiste konaklayanlar buradan denize giriyor. Koyda on kişi ya var ya yok. Biz de içimizde mayolarımız olduğu için ailecek girdik denize.





Sakin, nehir karıştığı için gölümsü bir yer. İleride açıkta demirlemiş bir yat var. Sonrası alabildiğine mavi... Derme çatma iskelede epey oynadık oğlumla. 







Sonra yayan yapıldak arabamızın yanına kadar yürüdük. Ancak dönüş geliş kadar kolay olmadı. Benim bacağımı çalılar çizdi, eşim bembeyaz şapkasını toprak yola düşürdü, oğlum tam üç kere düştü :))

Arabamızı park ettiğimiz ağaç altının arkasında mosmor çiçeklerin açtığı bir tarla gördüm. Eşim ve oğlum arabaya yerleşirken ben de bir kaç kare çektim tarladan. 





Sırada Bördübet koyu var. Burası da zorlu yol koşulları nedeniyle olsa gerek pek keşfedilmemiş, genelde gençlerin tercih ettiği sessiz ve ıssız bir güzel yer. Sizi fotoğraflarla baş başa bırakayım ben.




Dönüş yolunda acıktığımızı hissettik ve ormanın kıyısında, köy ekmeği, çam balı ve yasaklı bir kaç ıvır-zıvırdan oluşan yemeğimizi yedik... Sanırım o kuş sesleri ve akan suyun şırıltısını dinleyerek yediğim balların tadını bir ömür unutamam. Belki kuş ve su sesine benim ağız şıpırtım da karışmış olabilir biraz.


Gün inerken odamıza döndük... Yorgun ama ruhumuz dingin beyaz çarşaflara serildik uyuduk erkenden. 

Ertesi sabah hedef Çamlık Köyü, İncekum Koyu ve Sedir Adasıydı...

Sıcaklık sanırım tatilin başından beri bu kadar yükselmemişti. İnsana derisi bile fazla geliyor böyle günlerde. Söylene söylene, sonra tövbe ede ede yolu yarıladık bakmışız :))

Çamlık Köyü güzel bir Muğla köyü. Denize sıfır kıyısı yok. Ancak sevimli bir yer. Arkasında ise sıra sıra koylar var. İncekum, Boncuk...

Biz sadece İncekum'a uğradık. Çünkü Sedir / Kleopatra adasına ulaşım kıyıdan teknelerle oluyor ve belirli saatlerde  kalkıyor. Geç kalmamak için diğer koyları es geçtik bu senelik.

İncekum plajına çamlık bir alandan epey yol yürüyerek ulaşabiliyorsunuz. Açık mavi suların, beyaz kumların olduğu doğa harikası yüzlerce koydan biri. Genelde tekneler yanaşıyor.

.







O uzun yolu hızlıca yürüyerek arabamızın yanına geri döndük. Teknelerin kalktığı iskeleye arabamızı park ederek, kalkmak üzere olan tekneye bindik. 

Eşim ve oğlum yol boyu koyu sohbete daldılar, ben de hem onları hem de gördüğüm güzel şeylerin fotoğrafını çektim. Etrafı seyrettim. İlk defa oğlumun bizimle artık arkadaş olduğunu bu tekne gezisinde hissettim büyük bir zevk duyarak...










Sedir adasına giriş ücretli. Yine Maksimum Kartımızı kullanarak ücretsiz girebildik. Hem Plaj hem de ören yeri var gezilebilecek.


Kıyıdan tahta yollarla plaja ulaşıyorsunuz. Plaj harika. Kumlar minik boncuklar gibi, üzerinize yapışmıyor. Zaten kumsala giriş yasak. Etrafını çevirmişler.

Hikayeyi biliyorsunuzdur belki. Memleket hasreti çeken Kleopatra kızımıza sevgilisi Antonius, gemilerle kuzey Afrikadan toprak getirtip bu adaya döktürür. Kleopatra ve Antonius bu adada efsanevi aşk yaşamıştır. Şimdi kumun zerresini ziyan ettirmiyorlar. Terlikle, mayo dışında bir kıyafetle giriş yasak plaja :)) Amma tanga bikini serbest. Ahh o turist kızlar yok mu o turist kızlar. Bilhassa Ruslar, İspanyollar, İngilizler... Ya selüliti geçtim de insanın poposunda bir sivilcede mi olmaz kardeşim :))




Neyse ki üzülmeyin hanımlar, ahımız tutmuş şu gavur karılarına bakan erkeklere ettiğimiz. O caanım denizin içinde ayakları timtikleyen yaramaz balıklar var. Kızlara bakınıcam diye avanak avanak suda dolaşan erkekleri ısırıveriyorlar ve o kaslı maslı adamların hepsi üç yaşında bebeler gibi sudan feryatla fırlıyor. Vallahi ben tam üç saat aralıksız suda durdum, bana yanaşan balık malık olmadı.





 Şaka bir yana deniz bir harika. Sıcacık, kumlar yumuşacık. Hiç çıkasınız gelmiyor. Neredeyse akşamı ettik Sedir adasında..


Yeniden tekneye binip, Çamlık köyüne döndük. Koy ve civarında her türlü balık avcılığı yasaklanmış. Bu nedenle olsa gerek kol kadar çeşit çeşit balıklar teknelerin açığında sıçrıyorlar denizden havaya... Bu sene işleri kesat giden ve istediği randımanda balık avlayamayan eşime resmen "nanik" yapa yapa yüzdüler bizimle bir köye kadar :))

Eh bu günlük de bu kadar...


Şimdi geriye tatil anılarının son ayağı kaldı. Onu da anlatırım en kısa zamanda...

Kalın sağlıcakla...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder